Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi üyeleri, asgari ücret görüşmeleri öncesinde bugün, Madenci Anıtı önünde açıklama yaptı. Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden Kansu Yıldırım, “Patronların 10’a 5 çoğunlukta olduğu, işçi kesimi adına sadece en çok üyeye sahip konfederasyonun masaya oturduğu, çoğunlukla hükümet tarafından alınan bir siyasi kararın usulen görüşüldüğü Asgari Ücret Tespit Komisyonu, işçileri ve emekçi halkımızı temsil etmemektedir. Asgari ücret görüşmeleri en büyük toplu pazarlık süreci haline dönüşürken işçi sınıfının bütün hak arama yolları tıkalıdır” dedi. Belediye işçisi Kamil Sağlam ise, “Bizler açlıkla sınanırken, yoksulluğa razı durumuna geldik. Yoksulluğa razıyız ama sabrımızı sınamayın. Yoksulluk sınırının altında çalışmayı reddediyoruz” diye konuştu.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ilk toplantısını 11 Aralık’ta yapacak. Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi üyeleri görüşmeler öncesinde bugün Ankara Madenci Anıtı önünde açıklama yaptı.
“TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ YARISINDAN FAZLASI ASGARİ ÜCRET DOLAYLARINDA YA DA DAHA ALTINDA ÜCRETLERLE ÇALIŞMAYA MAHKUM EDİLMEKTEDİR”
Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden Kansu Yıldırım, şunları söyledi:
“İşçilerin yarısından fazlasının ücretini doğrudan, geri kalanlarını da dolaylı olarak etkileyen asgari ücretin tespiti için toplanacak komisyon görüşmeleri 11 Aralık’ta başlayacak. Emekçiler için kara kışın kapıda olduğu, ekonomik krizin faturasının Türkiye işçi sınıfına kesilmek istendiği, emeğin anayasal haklarının saldırı altında olduğu bu dönemde, asgari ücretin tespiti, emek ve sermaye arasındaki güç dengesinin en büyük arenasıdır.
Bir işçinin ailesiyle birlikte asgari yaşam giderlerine karşılık gelen asgari ücret, normal koşullarda patronların ucuza işçi çalıştırmalarının önüne geçmek için yapılan yasal düzenleme iken, bugün Türkiye’de milyonlarca işçinin ‘ortalama ücreti’ haline getirilmiştir. Türkiye işçi sınıfının yarısından fazlası asgari ücret dolaylarında ya da daha altında ücretlerle çalışmaya mahkum edilmektedir. Merkez Bankası’nın ve sendikaların yürüttükleri çalışmalar da bu gerçeği ortaya koymaktadır. İşçilerin ezici çoğunluğunu oluşturan özel sektör çalışanlarının yaklaşık yüzde 70’i asgari ücretle ve yüzde 20’si de buna yakın ücretlerle yaşamını sürdürebilmektedir. Tarım, tekstil, giyim, deri, mobilya imalatı, gıda, inşaat ve turizm sektörlerindeki işçilerin önemli bir kısmı asgari ücrete dahi erişememektedir.
“ESAS TARTIŞMA ASGARİ ÜCRETİN NE KADAR ARTACAĞI DEĞİLDİR. ÖNEMLİ OLAN FİİLİ ÜCRETLER VE GELİR DÜZEYİDİR”
Tek başına en büyük toplu sözleşme olan asgari ücret ya da diğer ücretlerde meydana gelen oransal ve gösterge niteliğindeki artışların da bir önemi yoktur. Esas tartışma asgari ücretin ne kadar artacağı değildir. Önemli olan fiili ücretler ve gelir düzeyidir. Bugün, tüm emek gelirleri resmi enflasyona hapsedilmiştir. Neoliberal politikalar sonucunda sendikacılık ve toplu pazarlığın etkisi azaltılmış, ücret eşitsizliği ve yoksul çalışan sayısı artmış, asgari ücret resmi enflasyonun üzerinde artmasına rağmen sınıflar arası gelir bölüşümü giderek bozulmuş ve Türkiye işçi sınıfı yoksullaşmıştır.
İktidarın ‘tek yol ihracat’ diye tarif ettiği, güvencesiz ve aşırı çalışmanın yaygınlaşmasına, ucuz emek ordusunun büyümesine bağlı ekonomi politikaları nedeniyle, asgari ücret tartışmalarında açlık sınırı referans alınır hale gelmiştir. Asgari ücretin yılda bir kez belirleneceği henüz Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanmadan ilan edilmiştir.
“İŞÇİLER VE EMEKÇİLER İÇİN ÜCRET; SOSYAL, EKONOMİK, SİYASAL VE SAĞLIK BOYUTLARINDAN OLUŞAN BİR İŞÇİ SAĞLIĞI MESELESİDİR”
Asgari ücreti belirleyen bürokratlar, patron temsilcileri, sermayenin ve siyasi iktidarın güdümündeki sendikalar için ücretler parasal karşılıktan ibaret görülebilir. Ne var ki, işçiler ve emekçiler için ücret; sosyal, ekonomik, siyasal ve sağlık boyutlarından oluşan bir işçi sağlığı meselesidir. İşçinin sağlığı ve güvenliği, mesai saatleri içinde birtakım önlemlerden ve kurallardan oluşan teknik bir mevzu olmadığı gibi, ücretler de gıda, barınma, eğitim, sağlık gibi her şeyi ilgilendirir. Ücretin insanca yaşanacak bir seviyenin altında belirlenmesi; işçilerin ve ailelerin yeterli ve dengeli beslenememesi, sağlıksız koşullarda barınmak zorunda kalması, nitelikli sağlık ve eğitim hizmetlerine ücretsiz erişememesi işçi sağlığı sorunudur. Açlık sınırında yaşayan işçilerin ne sağlıklı olması ne de insanca yaşayabilmesi beklenebilir.
“SİYASİ KARARIN USULEN GÖRÜŞÜLDÜĞÜ ASGARİ ÜCRET TESPİT KOMİSYONU, İŞÇİLERİ VE EMEKÇİ HALKIMIZI TEMSİL ETMEMEKTEDİR”
Türkiye işçi sınıfı, yemediği bu yemeğin hesabını ödemeyecek. Patronların 10’a 5 çoğunlukta olduğu, işçi kesimi adına sadece en çok üyeye sahip konfederasyonun masaya oturduğu, çoğunlukla hükümet tarafından alınan bir siyasi kararın usulen görüşüldüğü Asgari Ücret Tespit Komisyonu, işçileri ve emekçi halkımızı temsil etmemektedir. Asgari ücret görüşmeleri en büyük toplu pazarlık süreci haline dönüşürken işçi sınıfının bütün hak arama yolları tıkalıdır. Asgari ücret üzerinde uzlaşı olmaması durumunda başta grev olmak üzere işçilerin temel hak arama yöntemleri kullanılamaz haldedir.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarında yıllardır olduğu gibi bu yıl da tiyatro izleyeceğimiz kesindir. Sözde işçi kesimini temsilen katılanlar hiçbir hükmü olmayan itirazlarda bulunacak; milyonlarca işçinin hayatını kaybetmek pahasına nasıl çalıştığı; işçilerin ve ailelerinin aldıkları ücretle doğru düzgün beslenemediği; milyonlarca işçinin bu ücretlerle borcu borçla kapatarak hayatta kalma mücadelesi verdiği konuşulmayacaktır. Yoksulluk ve borç batağında çıkışsızlık nedeniyle canına kıyan işçiler anılmayacaktır.
“SENDİKALAR VE KONFEDERASYONLAR ASGARİ ÜCRET GÖRÜŞMELERİNİ GÖREV SAVMA SÜREÇLERİ OLARAK GÖRMEKTEN VAZGEÇMELİ; GERÇEK BİR MÜCADELE PROGRAMI VE PRATİĞİ ORTAYA KOYMALIDIR”
Asgari ücret masa başı bir talep olmaktan çıkarılmalı ve toplumsal bir talep haline getirilmelidir. İş cinayetlerinin, meslek hastalıklarının, düşük ücretlerin, örgütsüzlüğün gölgesinde soyup soğana çevrilen Türkiye işçi sınıfının yeni dönemde de mücadele iradesi ortadadır, talepleri açıktır: İşçilerin örgütlenme iradesinin, sendikal hak ve özgürlüklerinin üzerindeki yasal ve fiili baskılar kaldırılmalıdır. Emek gelirlerindeki artış özgür pazarlık ortamında ve milli gelir artışından pay alarak belirlenmelidir. Baskılanmış ve yönlendirilmiş resmi enflasyona göre hesaplamaya son verilmelidir. Ücretlerin dibe doğru baskılanmaması için emekli aylıkları da dahil olmak üzere tüm ücret düzeylerinin asgari ücret düzeyinde artışı sağlanmalıdır. Asgari ücret belirlenirken TÜİK’in makyajlı ve şeffaf olmayan enflasyon verileri değil, işçilerin kiralarda, sokakta, markette, pazarda karşılaştığı gerçek enflasyon dikkate alınmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun anti-demokratik yapısı değiştirilmeli, uyuşmazlık durumunda grev başta olmak üzere sendikal hak arama yolları açık tutulmalıdır. Sendikalar ve Konfederasyonlar asgari ücret görüşmelerini görev savma süreçleri olarak görmekten vazgeçmeli; gerçek bir mücadele programı ve pratiği ortaya koymalıdır.
Türkiye’de emeği ucuzlatmaya dayalı yıllardır uygulanan ekonomik modelin kaybedeni işçi sınıfıdır. Şimdi ‘yeni’ olduğu söylenen ama yine sermayenin işçi sınıfını hedef aldığı sözde rasyonel modelin de hedefinde işçilerin temel hak ve özgürlükleri, yaşam koşulları vardır. “Türkiye Yüzyılında” işçi sınıfı acı reçeteyi yutmayacak, delik kalmayan kemerini daha fazla sıkmayacaktır. Tüm emekçileri, sağlıklı ve güvenli işyerleri, insan onuruna yakışan ücretler, emeği hakkında söz söyleme iradesi göstermek için birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.”
“YOKSULLUK İŞÇİ SINIFI SAĞLIĞI SORUNUDUR”
Basın açıklamasından sonra sırayla işçiler söz aldılar ve yaşadıklarını anlattılar. Bir hastanede temizlik işçiliği yapan Reyhan Tüfekçi şunları söyledi:
“Biz sağlık işçileri, bir taraftan uzun çalışma saatleri haftanın altı günü çalışarak günyüzü görmeden sabahın karanlığında işbaşı yaparız. Hayatımızı hastanelerde geçiririz ve bu hastanelerde hasta oluruz. Hastaneler bizi hasta ediyor. Sermaye düzeni bizi hasta ediyor. Kullandığımız kimyasal malzemelerden bulaşıcı hastalıklardan korunmaya çalışmak zorundayız. Çünkü bizim, maliyet unsuru olarak gördükleri için ne yazık ki bizi düşünen yok. Bulunduğumuz kurumun yetkilileri pahalılığı bahane ederek canımızı hiçe sayarak en ucuz ve en düşük kalitede malzeme temin etmesine boyun eğmek zorunda kalırız. Tüm bunların yanında mobbinglere, baskılara maruz kalıyoruz. Emekliliğimizin dolmasına rağmen emekli olmamak işte size yoksulluğun, işçi sınıfının karşılığı. Asgari ücret pazarlıklarına lüks araçlarla gezen ve aldıkları maaşları bizim hayal bile edemeyeceğimiz sendika başkanları açlık sınırından başlıyorlar. Her gün biraz daha eriyen gelirimiz karşısında bir çare aramak, sesimizi çıkarmamak ve buna boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Bunun bize dönüşü beden ve ruh sağlığı erozyonlarıdır. Tam anlamıyla yoksulluk işçi sınıfı sağlığı sorunudur.”
İnşaat işçisi Murat Tanksavar ise şunları kaydetti:
“Her gün işçi cinayetlerinin yaşandığı gerçeği var. Patronlar bunu örtmeye çalışırken bir yandan da iktidar bunun destekçisi olmaya devam ediyor. Biz Patronların Ensesindeyiz dayanışma ağı olarak her zaman bunların ensesinde olmaya ve bunlara boyun eğmediğimizi göstereceğiz.”
“BİZLER AÇLIKLA SINANIRKEN, YOKSULLUĞA RAZI DURUMUNA GELDİK”
Belediye işçisi Kamil Sağlam ise şunları dedi:
“Açlık sınırında yaşamaya kabul etmiyoruz. İnsanca yaşayabilmek için bizler de yoksulluk olmak istiyoruz. Her ay sendikalar tarafından açlık ve yoksulluk verileri açıklanıyor. Bir de TÜİK ve ENAG tarafından açıklanan enflasyon verileri var. Bu veriler arasındaki tutarsızlık, resmi verilerin keyfi hazırlandığını gözler önüne sermektedir. Yüksek enflasyon gerçeğini yok sayarak imzalanan toplu iş sözleşmeleri ile açlık sınırında çalışmak bizlerin kaderi oldu. Biz makul davranıyoruz, kasım verileri bize diyor ki; yoksul olmak için en az 45 bin 686 TL’lik bir ücret almalısınız. Sendikalar tarafından her ay açıklanan yoksulluk sınırının tüm belediye işçilerinin taban ücreti olmasını talep ediyoruz. Bizler açlıkla sınanırken, yoksulluğa razı durumuna geldik. Yoksulluğa razıyız ama sabrımızı sınamayın. Yoksulluk sınırının altında çalışmayı reddediyoruz.”