Üniversite’de okuyordu. Çok zeki ve akıllıydı.
Rivayete göre akraba içindeki bir problemden dolayı kafayı üşüttüğü söylenir!
İstanbul’da eğitimini yarıda bırakıp, okulu terk edip Trabzon’a döndükten sonra, ayakkabı boyacılığı yapıyor, bazen de pazarlarda sıradan bir tahta kasa üstünde, iğne, iplik, mandal, çengelli iğne, don lastiği vs. satıyordu.
Akli dengesi yerinde iken gençlik yıllarında çok iyi bir sayacı idi.
Aklı onu terk etmeye başladıkça, Trabzon sokaklarının ve Trabzonspor’un tanınmış ve sevilen bir siması olmuştu. 1.85’e yakın boyu, atletik vücudu ve dalgalı simsiyah saçlarıyla yakışıklıydı da…
Davudi ve mikrofonik sesi, en iyi ses tonu olan seslendirme sanatçılarını bile arka cebinden çıkarırdı. Oturtun onu stüdyoya bir belgeseli seslendirsin, o cinsten bir ses tonuna sahipti.
Şivesini de, sesindeki tonu, tipini, saçlarını ve fiziğini de hep merhum Deniz Gezmiş’e benzetmişimdir.
Sadece ben mi? Devrimci gençlerin idolü Gezmiş‘in; yurt çapında arandığı sırada Trabzon’da bir sivil polis ekibi, kaldırımda parkasıyla ona yani Deniz Gezmiş’e benzeyen birini görünce, heyecanlanmış ve hemen araçlarıyla önünü kesmişlerdi. Parka’nın kapüşonundan başını çıkarıp, eğilerek aracın yan camından içeri eksantrik duruş, tavır, mimik ve sesiyle: ‘Hayırdır beyler CIA benimi arıyor?’ diyen Musa, karşılarına çıkınca sevinçleri kursaklarında kalmıştı.
Kimseye manevi ve fiziki bir zararı yoktu. Eğer onu durduk yere kızdıran biri olursa, ona bağırarak şöyle seslenirdi: ‘’Kazıklı Voyvoda’nın çocuğu… Seni elime geçirince kafanı kılıcımla keseceğim ve kafatasınla şarap içeceğim.’’
*
Onu tanıma şerefine nail oldum.
Lakabı ‘Beyaz Pele’ idi. Onu iyi tanımayanlar ise ona ‘Deli Musa’ derlerdi.
Bir Trabzon delikanlısıydı.
Çoluk çocuk, ev bark yoktu, yanlış hatırlamıyorsam bir ağabeyi vardı.
Evleri vardı sonra evsiz kaldı. Bazen Trabzon Merkez PTT Şubesi’nin bir köşesinde, bazen de Çarşı Mahallesi’ndeki Ayvasıl Kilisesi’nin aralığındaki eskiden kendilerine ait olan bir binanın bodrum katında gecelerdi.
Bu ev kendilerininmiş ama akli melekleri yerinde olmayınca, kendisinden bir şekilde bir yakını tarafından imza alınmış, ardından ev de satılınca sokakta kalmıştı. Evi satanlar da İstanbul’un yolunu tutunca artık Trabzon’da yapayalnız kalmıştı. Soğuk kış günleri hep sokakta geçerdi. Futbol hastasıydı, hatta delisi.
1970 Dünya Kupası şampiyonu efsane Brezilya Milli Takımı’nın ve 1976 lig şampiyonu Trabzonspor’un kadrolarını ezbere sayardı, yedekler dahil.
Yaklaşık 40 yıl kadar önce bir gün; Ortahisar Mahalle’sindeki Trabzon Valilik binası önünde ona rastladığımda, yüzünü binanın ön camlarına dönmüş vaziyette bakarken, aynı anda kendi kendine Brezilya takımının ilk 11’ini sayıyordu.
Caddenin ortasında, sırtında beyaz bir pardesü, bir elinde tahtadan kılıç, bir elinde plastik oyuncak tabanca, gür bir sesle valilik binasına doğru gür sesiyle bağırarak ‘’Artvin-Rize’den beri söve söve geliyorum. Sizin de ecdadınızı………..‘’ diye, her nedense kalayı basar ve ardından takımı heyecanla spikerler gibi sayardı “Kalede Felix, defansta Brito, Piazza, Carlos Alberto, Everaldo orta sahada Gerson, Jairzinho, Tostao ileri de Rivellino, Pele ve Musaaaaa.” Yani kendini de ilk 11’e Pele’nin yanına mutlaka koyardı.
Valilik binası çalışanları kadını erkeğiyle camlara dökülür, kendilerine doğru Deli Musa’nın bağırmasını gülerek seyrederdi ve odadaki mesai arkadaşlarına ‘’Koşun koşun Deli Musa geldi’’ diyip camlara yığılmışlardı. Ama küfrü de yiyince gülüşerek içeri kaçmışlardı.
Adama yani Deli Musa’nın, felsefi konuşmalarına hayrandık. Çok da bilgiliydi. Özellikle spor, siyaset ve tarih konusunda.
*
Trabzonspor’un toprak zeminli eski Hüseyin Avni Aker Stadyumu’ndaki idmanlarında; o zamanki adıyla Trabzon Şehir Stadyumu’nda, teknik patron rahmetli Ahmet Suat Özyazıcı sadece ona izin verir, dizlerine kadar uzanan şort şeklindeki beyaz iç donuyla, Trabzonsporlu futbolcuların arasında, sahanın etrafında onlarla birlikte topla çalışma öncesi düz koşuya katılırdı.
Bazen hazırlıklı gelirdi, bazen hazırlıksız. Üstte beyaz gömlek, altta dizlere kadar uzun beyaz şort şeklindeki donu ve kes ayakkabılarla idmana katılırdı. İdmanı seyretmeye gelen kalabalık sayıdaki taraftarlar, gırgır olsun diye Musa’ya tempo tutar onu kapalı tribünün önüne çağırır selamlatırdı. Çok mutlu olurdu. Sanki gerçekten maçtaymış gibi havaya girer kendini onlarla, şampiyon takımın efsane oyuncularıyla kıyaslardı. İdman ve maç kaçırmazdı. Çok fazla yaşanmış hikâyesi var bizde ve de ara sokak ve caddelerdeki Arnavut taşları çalınmış bu sokaklarda!
Yaklaşık 45 yıl kadar önce tam aklını yitirmeden Adana’ya askere gitmişti.
Bir gün çarşı izninde, asker kıyafeti üzerinde, birden bire yüksek bir duvarın üzerine çıkarak, etraftan gelen geçenlere o davudi sesiyle vaaz vermeye başlar. İnsanlar kim bu enteresan asker diyerek başına toplanır.
Musa, çok zeki ve bilgiliydi. Çöllerden başlar, Kerbela olayına geçer, Büyük İskender’den bahseder, Hitler’e geçer, oradan Hendek ve Uhud savaşlarına, ardından İstiklal Savaşı’na ve Kore’ye, sonra Çanakkale’ye kadar din ve iman gücüyle, “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatıyla iyi bir hatip gibi anlatmaya başlar.
Toplananlar onu dinlerken, birbirlerine ‘’Kim bu asker ağa?’’ diyip etkilenirler ve bir yandan da içlerinden bazıları ağlamaya başlarlardı.
Musa, ünlü bir vaiz gibi estirmektedir. O ara Adanaspor’da forma giyen, Trabzonlu o dönemin en ünlü milli futbolcusu Köksal Mesci, gördüğü kalabalığa doğru yürür.
Bir de ne görsün, duvarın üstündeki asker, toprağı Deli Musa!
Hayretle ona bakıp kıs kıs gülerken; Musa, Köksal Mesci’yi Trabzon’dan iyi tanıyordur ve onu o arada fark eder, Mesci’nin yanına yaklaşmasını kaş, gözüyle işaret eder. Mesci yaklaşır, Musa eğilerek Köksal Abi’nin kulağına ‘’ Bak Köksal, çaktırma sakın, deli olduğumu söylersen bunlara, senin var ya ecdadını s……! Kerizleri hipnotize ettim. Birazdan şarap parası toplayıp, gideceğim.‘’
Askerliği kısa sürer tabi, bölükte yüzbaşı’ya ‘’Ben senin generalinim beni görünce selam dur asker.’’ Her seferinde derse! Çürük raporu verilir memleketine geri gönderilir.
*
Musa, artık yeniden Trabzon sokaklarındadır. Her girdiği ortamda Trabzon’dan, Trabzonspor’ dan siyasetten ve tarihten nutuklar atar ve birden sert bir manevrayla arkasını döner, çeker gider.
Trabzon Uzun Sokak’ın batı çıkışında sol tarafta, şimdi yerinde olmayan meşhur Kanarya Çay Bahçesi vardı. Genel de oraya sol görüşlü devrimci kesim takılırdı. Kaldırım üstü kapısından içeri girdikten 4-5 metre yürüdükten sonra, küçük temiz bir avlusu önünüze çıkardı. Kenarlarda küçük masalar ve küçük hasır sandalyeler… Hatırladığım kadarıyla, eski küçük müstakil iki katlı küçük ahşap ağırlıklı bir ev ve avlusu. Evin odalarında oyun masaları vardı. Camın kenarında oturanlar üstten aşağıya doğru çaylarını yudumlarken, çok yüksek olmayan avluya bakardı.
Konuya şahit olan bir Ağabeyimiz anlatı. Bir gün Deli Musa, O, Kanarya çay ocağının önünden geçerken, hışımla ve gülerek içeri daldı.
Musa, avluya girince herkes pür dikkat kesildi. Üstte camın kenarında zamanın bitirimleri, kabadayıları oturmuş sohbet ediyor. İçlerinden biri de rahmetli Arabacı Yusuf…
İçlerinden biri açık pencereden aşağıya ‘’ Ya Musa, az önce seni Meydan Parkı’nın orada gördüm. Ağzında düdük Trafik Polisliği yapıyordun. İstifa mı ettin’’ der ve gülüşürler.
Musa, küçük üstü açık avlunun ortasına gelir, etrafta oturanlara ve penceredekiler bakar ve bir sandalyenin üzerine çıkar, belindeki bir metrelik tahtadan yapılmış oyuncak kılıcı çeker ve havaya kaldırarak gür ve ekolu sesiyle seslice ve tebessümle nutuk atmaya başlar ‘’ Beyler İsmet Paşa ile Mustafa Kemal Paşa, İstiklal Savaşı’nda iken Afyon’a girer ve millet onları sevinçle karşılar ve cepheden geldikleri için yıkansınlar, temizlensinler diye Afyon hamamlarına getirirler. Afyonlular onları hamamda eğlendirir ama siz bir Musa’nızı bile evlendiremediniz be.’’ diyince, alkışlar ve gülüşmeler başlar. Ardından Musa’ya çay ısmarlanır.
*
En son, 1991 ya da 92 yılıydı, bir kış günü Trabzon Numune Hastanesi’nin bir odasında buldum onu. Karlı ve soğuk bir gün dışarıda yatmış donarken bulmuşlar. Yatağının ayak ucundan ‘ Ne haber Musa?’ dedim. Beni tanımıyor ya, iş olsun işte ‘’ İyi be Mehmet usta’’diye karşılık verdi, kısık bir sesle.
Battaniyenin ayak ucunda bir tuhaflık fark ettim. Bir ayağının parmakları battaniyeyi yukarı doğru kaldırmış, diğer uzanan bacağının ayağı ve parmakları battaniyeyi yukarı doğru kaldırmamıştı. Battaniyeyi ucundan tutup biraz havaya kaldırdım ve yana doğru açtım. Bir baktım, Musa’nın bir ayağı dizden aşağıya mosmor ve bilekten kesilmiş yok. Ben şok!
Soğuktan kangren olduğu için bir ayağı bilekten kesilmişti, şaşırdım ve müthiş moralim bozuldu.
Zamanın güçlü yayın organlarından Güneş Gazetesi’nin bölge bürosunda adliye, emniyet ve hastane muhabirliği yaptığım dönemdi. Beni görünce ayaklarının ucunda yattığı yerden başını hafiften kaldırarak, düzgün Türkçesiyle aynen şöyle seslendi: “Hoş geldin Mehmet Usta, bana şuradan bir tabak sulu köfte söyler misin?” harika etkileyici bir ses tonuna sahipti.
Ağzından çıkan her söz şiir gibiydi. Odadan çıktım.
Görevli hemşireye durumunu sordum aynen yazdıklarımı anlattı. Ayak bilekten kesilmişti ve hiç iyi görünmüyordu. Meşin yuvarlağın peşinden koşmaktan müthiş zevk alan bu adamın, artık bu şekilde yaşaması psikolojik olarak da, sağlık yönünden de mümkün değildi! Bakacak ilgilenecek kimsesi de yoktu.
Tabi hastanede o anda ne arar sulu köfte yemeği. Günlük menüde ne varsa. Yemek saati geçmiş, hastaneden dışarı çıktım gittim, Mehmet Usta olarak! Ona etraftaki lokantalardan bir tabak sulu köfte buldum ve döndüm, kendi elimle yedirdim ve ayrıldım.
Birkaç gün sonra tekrar hastaneye gittiğimde, odasına çıktım yatağı boştu ve yoktu…
Heyecanla ve telaşla sordum hemşire hanım’a, vefat ettiğini ve morga indirildiğini söyledi. İnanın çok şaşırıp, üzülmüştüm.
*
Ünlü Rus yazar Lev Nikolayevic Tolstoy’un dediği gibi: ‘’Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.’’
Nerede olması gerekirken, nerede ve nasıl biten bir hayat!
Trabzon olarak o dönemler ona sahip çıkamadık, belki düşünemedik ya da fırsat bulamadık .
Elimizde tek bir siyah-beyaz flu fotoğrafı kaldı.
Musa mı, Deli Musa mı? Bilmiyorum ama çok enteresan anıları olan değişik renkli biriydi.
0 da, bu kentin ıslak, nemli dar sokaklarından rüzgâr gibi geldi geçti.
Nur içinde yat, Trabzon kökenli Brezilyalı ‘’Beyaz Pele Musa!’’